O gün karşı karşıya geçtik:
Usuldendir. Soyağacınızla başlayalım. Gaga Erol kimdir?
-1948 yılında Rumeli göçmeni bir ailenin oğlu olarak Adapazarı’nda dünyaya geldim. Dedem Hüseyin ve dedemin kardeşi Hasan, Osmanlı Balkan savaşını kaybedince çocuklarıyla birlikte Üsküp/Kosova’dan İstanbul’a göçmüşler. İstanbul’da bir süre kundura imalat ve satışı yapmışlar. Bir süre sonra Adapazarı’na göçmüşler. Babam Sabri, amcam Fethi ve onların amcaoğlu Faruk, Uzunçarşı’da Kuzulu Mağazasını 1950 yılında açmışlar. Benim çocukluk ve gençliğim bu mağazada geçmiştir.
O halde Uzunçarşı tarihini bir de sizden dinleyelim. Hem yaşadıklarınızdan hem de büyüklerinizden duyduklarınızdan neler çıkacak kim bilir?
Önce gözlükleriyle oynamaya başladı. Sonra girdi söze:
-Karış karış her santimini bilirim Uzunçarşı’nın. 104 dükkan vardı. 4/3’ü manifatura, tuhafiye, konfeksiyon üzerineydi. Şimdi Türkiye’de yılda bir kez Ahilik Haftası düzenleniyor. Ahi felsefesinin ta kendisiydi Uzunçarşı. Rekabet anlayışı yoktu. Dayanışma vardı. Berekete inanılırdı. Bereketli bir çarşı olması için herkes üzerine düşeni noksansız yerine getirirdi. Türkiye’de yeni ne varsa haftasında Uzunçarşı vitrinlerinde olurdu. Adapazarı esnafı saygınlıkta, yenilikte, güvende, girişimcilikte Türkiye’nin önemli bir yerindeydi.
Gülerek ilginç bir şey söyledi:
-Saat 12.30’da Vagon Fabrikası’nın sireni çalar, dükkanlar 14.00’e kadar kapanırdı. Öğle paydosu işte.
Uzunçarşı’nın daha eski tarihinde Ermeni ve Rum vatandaşlarımızın esnaflık yaptığı söylenilir. Sizin bildiğiniz dönemde hiç tanıdığınız oldu mu?
Hoşgörüyle, efendice yanıtladı:
-Esnaf olarak ben o döneme yetişmedim. Ama mesela eski Reji sokağına çıkan geçitte diş protezi yapan Nino’yu tanıdım. Mesela Dr. Dikran Özbal vardı. Bu hemşerimiz her Salı günü ücret almadan köyden gelen Adapazarlıları muayene ederdi. Bu güzel insanı da tanıdım.
ADAPAZARI TARİHİ UZUNÇARŞI’DA SAKLIDIR
Sigarasını yaktı. Dumanını üfürdü. Vektör bıyıklarını eliyle burdu. Kaşlarını çatarak:
-Bak, dedi, bu şehrin huyu suyu değişti sanki. Son zamanlarda tuhaf şeyler duymaya başladık. Adapazarı tarihini küçümseyen laflar duyuyorum. Densizliktir. Ayıptır. Uzunçarşı ve çevresindeki Pirinç Çarşısı, Bakırcılar Çarşısı, Unkapanı, Soğanpazarı, Kunduracılar Çarşısı, Tenekeciler Çarşısı’na baksınlar? İstanbul’da Kapalıçarşı, İzmir’de Kemeraltı ne ise Sakarya’da Uzunçarşı odur. Buralarda buram buram tarih yaşamaktadır.
Gaga’yı tutmasam çok şey söyleyecekti. Söyleşinin tadını tuzunu ayarlamalıydım. Konuyu başka yöne çektim.
Erol Bey, siz asıl spor adamı olarak tanınıyorsunuz. O bölüme ayrıca geleceğiz; ama, Sakaryaspor’un Uzunçarşı’da kurulduğu söylenir. Sakaryaspor tarihi üzerine otorite kabul ediliyorsunuz. Kulübün kuruluş hikayesini bir de bize anlatır mısınız?
Durdu. Biraz nefes aldı. Sesine canlılık geldi:
-Sakaryaspor’un kuruluşunun bir numaralı aktörü Fikret Aldinç’tir. Şimdiki süper ligin adı o yıllarda 1’nci ligdi. Fikret Aldinç, 1963 yılında 1’nci lig kulübü Ankara Hacettepe’de kalecilik yapıyordu. Ailesine ait mağazaları ile mağazamız komşuydu. Fiko’nun kardeşi Mithat trafik kazasında vefat edince, Adapazarı Şekerspor’a döndü. Dolayısıyla her gün işyerinde beraberdik. Bir gün beraberken Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak telefonla aradı. Ne konuştular bilmiyorum. Apar topar Ankara’ya gitti. İki gün sonra döndü. Transfer mi var Fikret abi diye sordum. Gel bir yere gidiyorum, beraber gidelim, orada öğrenirsin dedi. Fikret abiye uydum. Uzunçarşı’da Tüccar Terzi Ethem Boran’ın dükkanına gittik. Ethem amca o zaman Güneşspor’un başkanı. Kaleci Fiko başladı anlatmaya,: “-Ethem abi. Federasyon Başkanı O. Şeref Akpak beni aradı. Kanun çıkacakmış. Türkiye 2’nci Ligi’nde 2’nci grup kurulacakmış. Sakarya’da bu güç var mı diye bana sordu. Ben Sakarya futbolcu tarlasıdı, ben kefilim cevabı verdim. O halde git girişimde bulun bana da acele cevap ver dedi. Bende sana geldim. Ne düşünüyorsun?” Allah rahmet eylesin, Ethem Abi heyecanlandı, şehirdeki diğer amatör kulüplerle görüşeyim dedi. Çalışmalara başladı. İdmanyurdu, Ada Gençlik, Güneşspor ve Gençlerbirliği kulüpleri güçlerini birleştirip Sakaryaspor’u kurdular.
YEŞİL SİYAH RENGİN HİKAYESİ
Bir de renklerinin hikayesi var! Bu hikayeyi sizin ağzınızdan duyalım?
Sanırım, konuşmasının yürüyüşü onu da sarmıştı:
-Bakın dedi, Uzunçarşı dönercilerin arada Köfteci Ramazan’da öğle yemeği yiyordum. Ethem Boran, İhsan Ayhan, Azmi Tavşan, Fikret Aldinç içeri girip yanımdaki masada oturdular. Konuları Sakaryaspor. Ben yemeği geciktiriyorum. Kulağım onlarda. Yemekten kalkarken Şemsiyeli Park’ta kahve içelim dediler. Fikret abi bende gelebilir miyim dedim. Onlardan yaşça çok küçüğüm ama Sakaryaspor heyecanı beni sarmış durumda. Tabi dedi. Park’ta oturuyoruz. Sakaryaspor muhabbetine devam ediyorlar. Tam o anda parkın kenarından Avukat Zerrin Batmaz geçiyor. Ayağında siyah topuklu pabuç, siyah etek, yeşil ipek blüz ve boynunda siyah ipek fular, kolunda yeşil yakalı siyah avukat cübbesi. Ethem Bey’e selam verdi. Hal hatır sordu. Gitti. Ethem Abi birden ayağa kalktı. Sesini yükselterek, buldum buldum, kulübün forma rengi yeşil siyah, dedi. Zerrin hanım kulübün Ethem Boran’dan sonra iki numaralı üyesidir.
Söyleşiyi yavaş yavaş Sakarya sosyal yaşamına getirmek istiyorum. O an aklıma nasıl geldiyse, bir tarihte kaleme aldığı şehir kıraathanelerini hatırladım. Ve sordum:
Erol Bey, üzerinden çok yıllar geçti. Bizim Sakarya’da eski kıraathaneler üzerine yazılarınız çıkmıştı. Kısaca anlatır mısınız?
-Eski kıraathaneleri bugünün kahvehaneleriyle karşılaştırmak bir kere mümkün değil. Evet eskiden de oyunlar vardı kıraathanelerde ama bir de okul gibiydi. Dersler çıkarılacak nitelikli sohbet mekanlarıydı. Buluşma, görüşme noktalarıydı. Gönül zenginlikleri bu mekanlarda oluşuyordu.
ADAPAZARI KIRAATHANE OKULLARI
Durdu. Çayından bir yudum aldı. Bir şehrin yüzünün gülüp gülmediğini kahvehanelerinden anlayacaksın dedi ve tane tane anlatmaya başladı:
-Orhan Cami’den Karağaç’a giderken sağa düşer; Şerif Şencan’ın ‘Uludağ Kahvesi’, Asaf Terim’in babasının Eski Reji’ de ‘Limonlu Kıraathanesi’, Edip Gürsakarya’nın Bulvardaki ‘Santral Kıraathanesi’, Uzunçarşı 2’nci kattaki Aslan Burak’ın Kahvehanesi, Atatürk Bulvarı’nda Eskişehir Kıraathanesi, Sakarya Caddesi’nde ‘Yeni Kahve’, Kömürpazarı’nda Seyfi Vural’ın ‘Cumhuriyet Kıraathanesi’, Karaağaç Semti’nde Çeyrek Yusuf’un mekanı, Bulvar’da ‘Konak Kıraathanesi’, Kömürpazarı’nda ‘Burunsuz Nuri’nin Kahvehanesi’ harika yerlerdi.
Durdu. Yüzünde gülümseme belirdi. O yıllara gitti sanki:
-Bu kahvehanelerde tavla ihtiyarların oyunuydu. Karşılıklı tavlanın başına geçerler, gelen her zar için kafiyeli nükte savurarak sedefli hanelerin üstünde pulları bir şarkı gibi dolaştırıp keyfederlerdi. Şimdi tavla oynayanlara bakıyorum, tavlanın ortasında bir şarkı değil, bir uçak filosu bombardımanı gibi dolaşıyorlar. Tavla müsabakalarının taraftarları olurdu. Taraftarlar nükteli konuşmalarla müsabakaya heyecan katarlardı. Mesela, aman ağam Allahsız kemiği üflemeyi unutma, Kurban olduğum Allah, şefaatini ağamın bileğini dola ki bir şeş atıversin, hay senin atacağın zarın saygıdeğer ceddine, rahmeti rahmana kavuşmuş büyüklerine, cümle akraba ve taallukatına sevgilerimi sunarım, bre namussuz senden taraf olduk, zarını atamadığın tavlaya oturma demedik mi, ulan seni adam sandık eline zar verdik gibi sözlerle maçı kızıştırırlardı.
ADAPAZARI’NDA TADIMLIK PASTANELER
Adapazarı pastaneleri içinde hep güzel şeyler duymuşumdur. Bir de sizden dinlesek?
Geriye yaslandı. Sen deli misin ya hu diyerek söze girişti:
-İstanbul İstiklal Caddesi nasıl pastaneleriyle hatırlanıyorsa Adapazarı’da öyledir. Çok nezih pastanelerimiz vardı. Eski Hanaltı arkasında Şenbeslen Pastanesi vardı mesela, ilk coca colayı getiren mekandır. Roma dondurması ile meşhurdur. Sabibi Necati Bey, 1960’lı yıllarda İstanbul İstiklal Caddesi’ni gitti ve orada ününü sürdürdü. İnci Pastanesi unutulur mu? Dizdar Pastanesi’nin dondurmasını bugün hiçbir yerde bulamazsın. Saray Pastanesi’nin ikinci katı sevgililerin buluştuğu ne güzel bir yerdi.
LEZZET DURAKLARI LOKANTALARIMIZ
Lokantalarla devam edelim isterseniz?
Ayağa kalktı. İki adımda yanıma geldi. Başımda dikilerek:
-Adapazarı lokantalarını bütün Türkiye bilir ve hakkını verir. O konuda bir tanedir bizim şehir. Bugünde öyledir. Ama dün bambaşkaydı. Bir ‘Hacıbaba Lokantası bir daha gelir mi bilmem. Şimdiki Melek Çarşısı’nın bitişiğinde İş Bankası’nın olduğu yerdeydi. Konuk Ailesinin lokantasıydı. Kurucusu Seyit Ahmet, Osmanlı Sarayı’nın baş ahçılığını yapmış. Ondan oğlu Hurşit devralmış. Hurşit Baba, burayı oğulları meşhur ‘Deve Ziya’ ve ‘Kuru Zeki’ ile çalıştırdı. Gayet iyi biliyorum o dönemi. 36 çeşit yemek çıkardı. Burada Cumhurbaşkanları İsmet İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel bile yemek yedi. Anla işte bu lokantanın ününü. 1960’lı yıllarda İstanbul-Ankara yolu bugünün şehir içinden geçiyordu. Ankara Caddesi oradan gelir. Bu yolu kullanan sanatçı, sporcu, politikacı o dönemin yetiştirdiği ne kadar ünlü varsa mutlaka uğramıştır.
Yerine oturup çayını yudumlarken elini uzatarak:
-Bir tek ‘Hacıbaba mı?’ , ‘Hacı Yaşar’, ‘Sakarya 79’, ‘Çakar Kardeşler’, ‘Dönerci Ömer ve Abdurrahman’, Köfteci Ramazan, Köfteci İsmail, ‘Meriç Köftecisi’, Köfteci Mustafa’ ‘Sabri Karagöz Köftecisi’, ‘Ahçı Rahmi’, ‘Şenkardeşler Köftecisi’. Bunların bazıları bugünlere getirdiler. Bu şehir onlara madalya vermeli.
ADAPAZARI’NDA İÇKİ KÜLTÜRÜ
Lafımız uzamasına uzuyordu ama, Gaga’nın sosyal yaşam mekanlarına bakış açısı ve incelemesi ilginç olmaktan da öte güzellik kazanıyordu. Aynayı meyhane ve restaurantlara çevirdim:
İkinci bardak çayını karıştırırken girdi söze:
-Adapazarı kültüründe içkinin özel bir yeri vardı. Ama önce şunu iyi kavramalı. O yılların Adapazarı insanında ‘demlenme’ bir görenek meselesiydi. Temel kural, eline, diline, beline sahip olmaktır. İçmenin adabı, dengesi ve muaşereti bu bakımdan önemliydi. İnsanın gerçek kimliğinin dışavurumu bakımından meyhaneler aynı zamanda sınav yerleriydi. Şimdi gelelim meyhane ve restoranlara
Gelelim. Kulağım sende.
-Hacı Baba Lokantası meyhane değildi ama isteyene içki verilirdi. Han Altı’nda İmren Salih ve Nuri’nin restorandı ünlüydü. Rumeli Meyhanesi tercih edilen bir mekandı. Yıkılan Direkli Çarşı’da Geyikli Meyhane hep lebeleb doluydu. Dr. Haluk Gürevin vardı. Bir gün bana dedi ki: “Ya hu Erol, haftada bir gün Geyikli’ye hanımla gidiyorum. Tek kadın bizim ki. O koskoca restoran hep dolu olurdu. Bir kadın var diye ne büyük saygı görürdük. Şu bizim şehir çok uygar biliyor musun”. Vardar Birahanesi, KardeşlerRestoran, Bodos Hilmi’nin ‘Ekspres Restoran’ı, Kömürpazarı’nda ‘Kolayiş Meyhanesi’, Atatürk Bulvarı’nda ‘Hasırlı Meyhane’, ‘Çın çın Restoran’ nezih yerlerdi. Ben buralarda kavga gürültü hiç görmedim diyebilirim. İzzet Şükrü Enez’den duydum. Daha eski zamanlarda Kömürpazarı ve Karaağaç arası meyhanelerde kadın garsonlar varmış.
Bu faslı kapatmak üzereydik ki, bir mekana özel vurgu yaptı:
-Metin Restaurant unutulur mu ya hu!. Çok özel bir işletmeydi. Şimdiki D-100 eski adıyla E-5 İstanbul’u Ankara’ya bağlayan yol olunca, Metin Fıçıcıgil tarafından Sapanca Gölü kenarında açıldı. Oraya da uğramayan başbakanlar, politikacılar, ünlüler kalmamıştır. Muazzez Ersoy, Seda Sayan bu mekanda ünlenip Türkiye’ye mal oldular. Hayatımda gördüğüm en mükemmel işletmecilerden biridir Metin Fıçıcıgil.
ADAPAZARI’NDA KULÜPLER
Bir de kulüpler vardı. Ben sizi ilk oralardan tanıdım. Briç Kulübü, Şehir Kulübü mesela. Buraları sizden dinlemeliyiz?
Bugünde varlar. Sen onlara bir de ‘Tüccarlar Kulübü’nü ekle. Çok nezih mekanlardı. Ben Briç Kulübünün üyesi olduğum için orayı özellikle anlatabilirim. Biliyorsunuz briç oyunu bir spordur aynı zamanda. Genelde eğitimi yüksek insanların tercih ettiği bir oyundur. Bu yönüyle ‘Şehir Kulübü’nden biraz ayrılır. Buranın müdavimleri arasında Valiler, hakimler, savcılar filan da olurdu. Bir özelliği vardı. Gelenler konumlarını vestiyerde bırakırlardı. İncelikli, zeka dolu, hicivli espriler yapılırdı. Buraya tat veren insanların başında Adapazarı’nın en ünlü isimlerinden ‘Deve Ziya’ gelirdi. Onun çevresinden Türkiye’nin ünlüleri İstanbul-Ankara yolculuğu sırasında özellikle uğrarlardı.
Mesela kimler gelirdi?
Gülümsedi. Öne eğildi. Düşünmeye başladı. Kimi söylesem ki dedi, zorladım, aklına gelenleri saymaya başladı:
Fenerbahçe’nin dünyaca ünlü teknik direktörü Didi, ünlü spor adamları Süleyman Seba, Turgay Şeren, İslam Çupi, Coşkun Özarı, Orhan Aldinç, Vedat Okyar, Doğan Babacan, Basri Dirimlili, Şükrü Gülesin, Ziya Şengül, yine ünlü sanatçılar, Altan Erbulak, Füsun Erbulak, Ziya Taşkent, Sadettin Erbil, Taner Şener sık gelenlerdi.
Gene heyecanlanmıştı. Ayağa kalktı:
-Bizim Briç Kulübü, üç büyük şehirden sonra gelir. Briçte Türkiye şampiyonluğunu Sakarya’ya getirmiştir. Recai Yılmaz, Dr. Azmi Çourumlu, Dr. Hikmet Öcal Türkiye’nin en değerli briç oyuncuları arasına girmişlerdir. Arkasından gelen genç nesilden Tezcan Şen, Briç Milli Takımı’na kadar yükselmiştir. Şadi Tanış dereceler almış bir briç oyuncusudur.
BİR ZAMANLAR ADAPAZARI OTELLERİ
Otellerimiz aynı zamanda sosyal yaşam mekanı mıydı o yıllarda?
-Tümü değildi. Ama ben bir şey anlatayım. O anlattığım her şeyi anlatsın. İşadamı Kemal Saraçoğlu, Sapanca Gölü’nün E-5 tarafında bir motel yaptı. Göle sıfır dünya harikası bir botanik bahçesi vardı. 5 yıldızlı bir nezih mekandı. Bu otelin personeli ulusal gazetelere haber konusu oldu. Nasıl? Kemal Bey, Türkiye’nin en büyük ikinci oteli Tarabya Medrodotel’inin ahçı ve garsonlarını transfer edip Sakarya’ya getirdi. Yeter mi? Bir şey daha. Çocuktum. Ailemle birlikte Yenicami semtine akraba ziyaretine giderken görürdüm, Meserret Oteli’nin piyano çalınırdı. Yeter mi? Bir şey daha. Dilmen Oteli’nin cafetaryası Hilton ayarında hizmet sunardı. Yeter mi?...
BİR BAŞKADIR ÇARK GAZİNOSU
60’lı ve 70’li yıllarda Adapazarı’nda çok renkli bir sosyal yaşamı dile getiriyorsunuz. Adapazarı’nda Çark Gazinosu efsanesi var. Bu konuda ne dersiniz?
Ayağa kalktı. Etrafında bir tur attı. Sesini bir ton yükseltti:
-Bir de Tuna Gazinosu vardı. Ama siz Çark Gazinosunu sordunuz anlatayım. Bu gazinoyu 40’lı yıllarda Rençberoğlu Ailesi , 50’li yıllarda Konuk Ailesi, 60’lı yılların ortasından itibaren İmren Salih, daha sonra Atan Kardeşler işletti. Eşi benzeri olmayan bir mekandır. Aileler özellikle hafta sonu buraya gider, ünlü sanatçıları dinleyerek eğlenirlerdi. Kimler gelmedi ki, Türk Sanat Müziğinin en büyükleri Hamiyet Yüceses, Sevim Tanürek, Muzaffer Akgün, Sabide Tur Gülerman, Arif Sami Toker, Sevim tuna, Nigar Uluerer, Adnan Şenses, Şükran Ay, Perihan Sözeri, Bestekar Arif Sami Toker, Coşkun Erdem saz heyeti, Şovmen Öztürk Serengil, Dans sanatçıları Özcan Tekgül, Aysel Tanju, dünya çapındaki akrobat Muammer Yankı.
Desenize o dönemin ünlü sanatçılarından gelmeyen kalmamış?
Kızgın ses tonuyla:
-Ne diyorsun sen ya hu. Buraya konser geceleri İstanbul Anadolu yakasından özel turlar düzenleniyordu. İki bin kişilik bir mekandı. Büyük konserlerde insanlar dışarıda kalıyordu. O yıllarda Çark Suyu’nda dolmuş kayıklar vardı. İnsanlar kiralar, içine doluşurlar, kayıklardan konserleri dinlerlerdi. Tuna Gazinosu şimdi ki Bölge Adliyesi’nin olduğu yerde beş yüz kişilik bir gazinoydu. O da mükemmeldi.
AH O SİNEMALAR
Gaga’nın anlatacağı daha çok şey vardı. Ama ben nereye sığdıracağım telaşındayım. Sık sık sözünü bölüyorum:
Şehir sosyal yaşamında sinemalarımızın yeri neydi?
Gözlüğünün camlarını silerken:
-Sen ne diyorsun kardeşim. İstanbul’dan sonra film stüdyosu Anadolu’da sadece Adapazarı’nda vardı. Erman Kardeşler Film Stüdyosu Kömürpazarı semtindeydi. Türk sinemasının klasikleri içinde yer alan ‘Vurun Kahpeye’ filmi bu stüdyolarda çekilmiştir.
Sözün burasında duraksadı. Yüzünde o zeka dolu gülümsemesi belirdi. Söylesem mi söylemesem mi havasında…
Söyle söyle. Kulağım sende. Hadii?
-‘Vurun Kahpeye’ filmindeki işgalci Yunan Komutanın karargahı bizim evimizdir. Ben bebekken oynamışlar. Hala o evde oturuyorum.
Bu kez ben durdum. Gözlerine baktım. O devam etti:
-Adapazarı insanında sinemanın yeri ayrıdır. Bu vilayetin merkez nüfusu yüz bin iken altı tane yazlık ve kışlıklı sinemaları vardı. Saray, Atlas, Yıldız, Yeni Sinema, Fitaş ve Melek. Vizyona çıkan filmleri İstanbul’la eş zamanlı izlerdik. Sinema bize öyle yakındı ki, merkez köylerimizde yazlık sinemalar kurulurdu. Hatta Yahyalar Mahallesi’nde Hesna Sünter adında kadın muhtar vardı. Muhtarlığa gelir kazandırıp yol yapmak için mahallesindeki Karaosman Okulu’na yaz sineması kurdu.
Sözün burasında durdu. Uzağa daldı. Ağzından şu cümleler çıktı:
-Adapazarı’nda balolar olurdu. Bugün Göremiyorum. ‘Tıp Balosu’, ‘Hukukçular Balosu’, ‘Ormancılar Balosu’,‘Kabak Balosu’ filan. Bayramlar coşkuyla kutlanırdı. Cumhuriyet ve Gençlik ve Spor Bayramları tüm evler gelincik tarlasına dönüşür, bayraklar asılırdı. Şimdi aynı coşkuyu göremiyorum.
Bu kadar renkli sosyal yaşam varsa, o dönemin Adapazarı taksicilerinin işi ballıdır sanırım. Bir şey söylemek ister misiniz?
-Kazanç durumlarını bilemem. Ama taksicilerimiz gerçek birer beyefendiydi. Bulvar üzerinde birkaç durak vardı. En ünlüsü Eski Yapı Kredi aralığındaki duraktı. O yıllarda taksiler Amerikan arabalarıydı. Chevrolet, Pleymeuth, Dodge filan. Arap Bahattin, Şakir, Sümer, Gıyasettin’i şu an hatırlıyorum. Aynı zamanda ağızları sıkı adamlardı. Üç delikanlı birleşip İstanbul’a eğlenceye kaçtığımız olurdu. Ama kimse duymazdı.
Erol Bey, Adapazarı’nı epey konuştuk. Bir Adapazarı kitabı yazsanız, bizim aklımıza gelmeyecek nelere yer verirdiniz?
Düşündü. Kahvesinden bir yudum aldı:
Bazen ayrıntılar önemli. Mesela Ali Koka bozası ile Mahzen İşkembecisine yer verirdim. Tarihi işyerleridir. Çok şeyi anlatırlar. Ali Koka bozası kış akşamları evlerimizin baş konuğuydu. Satıcıları güğümlerle sokaklarda ‘Bozaaaa’ diye bağırarak geldiklerini duyururlardı. Seyyar gazete satıcıları Cemal Amca ile Yakup’u muhakkak yazardım. Uzunçarşı’nın başında geceleri cam kavanozlardaki rengarenk turşu suyu satan Rasim abi, Önce Bulvar’da sonra Bankalar Caddesi’nde ki ‘Ayrancı Enişte’ Hüseyin Gürvardar hiç unutulur mu? Bunlar her Adapazarlı’nın tanıdığı adamlar olmuşlardır.
Erol Bey, sizinle Adapazarı sosyal yaşamına ilişkin bol bol söyleştik. Teşekkür ederim. Ama siz asıl spor adamı kişiliğinizle tanınıyorsunuz. Bu alanda size haksızlık yaptığımı biliyorum. İçimde kalmasın. Kısaca bu yanınıza değinelim:
-Evet. Sporun her branşını seviyorum. İlgim aynı heyecanla devam ediyor. Ulusal gazetelerde spor yorumculuğu yaptım. O dönemlerde İslam Çupi, Necmi Tanyolaç, Doğan Babacan, Atilla Gökçe, Kahraman Bapçum, Şansal Büyüka, İlker Ateş, Faik Çetiner, Güven Taner, Bilal Meşe, Nezih Alkış gibi gerçek spor adamları ile aynı çevrelerde oldum. Futbola yön veren başkan, teknik direktör ve futbolcularla söyleşiler yaptım.
OLOF PALME CİNAYETİ
Bu döneme ilişkin bir anıyla noktalayalım mı?
İyi olur. Beni yordun, dedi. Bir anımı anlatacağım ama sporla ilgili değil diye ekledi:
-1986 yılında Güneş Gazetesi Spor Servisi’ndeyim. Şansal Büyüka spor müdürümüz. Şansal’la birlikte İsveç’e Göteborg- Fenerbahçe maçına gittik. Maçtan sonra Şansal döndü ben çocukluk arkadaşlarım Oğuz ve Yavuz Şencan kardeşlerin evlerinde bir müddet daha kaldım. 28 Şubat 1986’da İsveç Başbakanı Olof Palme öldürüldü. Bu olay İskandinav ülkelerindeki ilk ve tek siyasi suikasttır. O gün olayın olduğu yere çok yakın bir yerdeydim. Hemen eve gelip gazeteyi arayıp durumu bildirdim. Az sonra Şansal Büyüka aradı. Dış Haberler Servisi’nden Ardan Zentürk oraya gelecek, ama o gelinceye kadar haberleri sen geçeceksin dedi. Ben spor yorumcusuydum ama bu görevi de Ardan Zentürk gelinceye kadar yerine getirdim. O yıllarda iletişim teknolojisi bu kadar güçlü değil. Türkiye bu haberi ayrıntılarıyla Güneş Gazetesi’nden duydu. Benim spor dışı ilk ve tek haberim budur.
Foto altı 1)-
Adapazarı tarihini küçümseyenler hatta ileri giderek yok diyenler olduğunu duyuyorum. Ayıptır. Densizliktir. Tarih bilmemezliktir. Adapazarı tarihi Uzunçarşı ve civarındaki çarşılarda saklıdır.